28 Aralık 2011 Çarşamba

27 Aralık 2011 Salı

öfff meredith

christmas'ı evde patlamış mısır yiyerek geçirdim. evde de kimse yoktu, gerçi sanırım şu anda da yok. yusuf, yusuf, ben, yusuf hep beraber uyuyoruz geceleri, çok ıssız buralar. 10-12 gün sonra bu dönemin notunu belirleyecek bi sınav bi essay teslimi var, bense essayi yarıladığım için günlerdir kendimi ödüllendiriyorum. ödüllendirmem bi türlü bitmedi ama bu sırada sezonlarca grey's anatomy izlemiş bulundum. kaç bölüm izlediğimi söylemeyeceğim ki akıl sağlığımdan şüphe edilmesin. allah kahretsin ama o kadar dizi izledim şu kısa hayatımda, bu kadar uyuzunu izlememiştim. yemin ederim bi sevdiğim karakter yok, belki bi tek alex denilen oğlan, o da basbayağı öküzün teki olduğu için (bi de yakışıklı çok ühü) bi tek o doğal geliyo bütün karakterler içinde. yani bence bi sorun var.
54878743 bölüm izlemiş olabilirim ama şu saatten sonra alışkanlık olduğu için izliyorum yemin ederim, "yeaa nolcak şimdi acaba" diye. yoksa o kadar sıkıldım ki. hiç bi diziyi izlerken olmamıştı ama bunda karakterlere bok atmaya başladım (kimsem yok) ve bilhassa o meredith.. allahım yarabbim. meredith grey, başroldeki kız, güyya hikaye onun etrafında dönüyor. kah tekila içip kendini tanımadığı erkeklerin kollarına atıyor kah uzatmalı sevgilisi hem nörolog hem cerrah hem yakışıklı hem zeki hem komik hem anlayışlı derek'i iteliyor; önce gel diyor sonra git. kendisi bi boka benziyomuş gibi. ama bu arada yapımcılar biz meredith'i kukusuna düşkün bir gerzek zannetmeyelim diye ÇOK zeki ve kabiliyetli bir cerrah adayıymış gibi gösteriyorlar. ameliyatlarda çığır açıyor meredith o büzük ağzı kısık gözleriyle. "inanılmaz bir yeteneğin var", "çok etkileyici", "you're a natural"lar havada uçuşuyor. meredith mıkmık diye etrafı germeye ve bombastik damat adayı derek'e ıhmıh ay bilmem ki yapmaya devam ediyor. derek aynı eve çıkalım meredith diyor bu 3 bölüm boyunca "freaking out". derek çocuklarımız akıllı olur deyiveriyor meredith bu sefer bi 5 bölüm "freaking out". fakin biç. bitmedi sezonlardır freak out'ları yemin ederim. bi de üstüne bencilin teki, kendine geldi mi herkesi rehin alıp carcar konuşuyor, ama en yakın arkadaşı ölümcül kanserin son aşamasında hastaneyi ve diğer bir doktor olan kocasını terkettiğinde ve kocası gelip bunu meredith'e söylediğinde meredith yanındaki arkadaşına dönüp "sarılmamız mı gerekiyor" diye soruyor. komik bi de çok, canım. ne boktan başrol karakteri yaratmışlar belli değil.
hah işte bak yıllardır kızın suratı böyle.

evet şimdi gidip bi bölüm daha izleyeyim o halde.

18 Aralık 2011 Pazar

patetik

Geçen hafta Londra'ya gitmem gerekti (böyle söyleyince havalı oldu). Term paper konumla alakalı bi seminer vardı SOAS'ta, katılayım da azıcık akademik hava soluyayım belki paper'ı yazma şevkim artar diye düşündüm. Bizim şehrin tren istasyonuna geldiğimde 5 milyon kadar kişinin istasyonda beklediğini farkettim, nölüyo dememe kalmadan "tren birine çarptı, özür dileriz biraz bekleyeceksiniz" anonsu yapıldı. oha, ay yazık, çok fena diye düşünen ben istasyonun soğuğunda 2.5 saat ayakta bekledikten sonra "bugünü buldu di mi çarpıcak" diye düşünen bir canavara dönüştüm. insanlar uçaklarını kaçırdı, birbirini tanımayan insanlar titreyerek birbirine sokulup ısınmaya çalıştı. en sonunda yavaş yavaş trenler hareket etmeye başladı. nereye gittiğine bakmadan kendimi birine attım, ellerimin morluğundan korkup. o sırada tatil için ingiltere'nin farklı yerlerine gitmeye çalışan arkadaşlarımla telefonla konuşurken farkettik ki bütün ülke felç olmuş, sadece bir trenin işlememesinden dolayı. çohacaip. neyse bindim trene insanlar birbirini eziyolardı, böyle kriz anları gerçekten çok acayip şeyler, kimsenin umurunda değil bir diğeri, gerçi ingilizler yine sakin. biraları yudumlayıp "fok tis" diyolar genelde sadece. trende 5 milyon kişi olduğundan hamamböcekleri gibi birbirimizin üstüne yapıştık, o sırada baktım trenin ucunda boş koltuklar var bir cam kapının arkasında. First class şeysiymiş ve bomboş. yea gerizekalı bunlar niye oturmuyoruz ki first class boş alt tarafı tren ve ben türküm diyerek kendimi oraya attım. meğer cam ses geçirmiyormuş, dolayısıyla kendimi bütün hamamböcekliğinden soyutlamış oldum (paranın gözü kör olsun). sonra kafamı sağa çevirince şu aşağıdakiyle karşılaştım.

20 pound ceza filan tamam da, neden "prosecution and three months' imprisonment" ama neden? nası oluyor yani tam olarak 20 pound ceza ödeyip bi de 3 ay yatıyo musun? sadece first class'da oturduğun için. HİÇBİ ŞEY ANLAMADIM. ama oturmaya devam ettim, hem ekstra sıcak hem de ses geçirmez. ses geçirmez, bi kere daha söylemek istiyorum, ses geçirmez. yani ağlayan bebek yok, ırkçı kadın yok. ufff şahane.

neyse londra'ya vardığımda saat 9du ve tabi seminer filan kalmadı. o sırada londra underground'ın da tamamen çöktüğünü farkettim ve inek arkeolog simon'ların evine gidebilmemin tek yolunun metro olduğunu düşününce gözlerimden ip ip yaşlar süzüldü ve bir 1.5 saat daha soğukta bekledim. en son eve varabildiğimde saat gece 11di. 2 gün boyunca üşümeye devam ettim.
en son gece yattığım şişme yatağın ucundan yanlışlıkla çıkmış kolumu sabah uyandığımda hissetmediğimi farkettiğimde artık simon'ların evinin de göt dondurucu soğuklukta olduğunu anlayıp kendi sıcak odama dönmeye karar verdim. şimdi bi süredir ısınmaya çalışıyorum.
dönmeden önceki gün de "çentemin içinde ne var" fotoğrafı çektim ablamla konuştuktan sonra. gerçekten patetik oldu ama neyse artık.


1- 350 yıldır kullandığım creative mp3 player. şu ana kadar bi kere bile sorun çıkardığı olmadı. seviyorum ama görenler amanın diyor, ablam da utanıyor sanırım. gerçi ablamın ipod nano'sunu dipslemiş olabilirim, ama valla yine de seviyorum benimkini de.
2- chromium tabletleri. norveç-iranlı eski nato askeri arkadaşım metabolizmayı düzenlediğini ve şeker isteğini tamamen yok ettiğini söyledi. 1.99 pound'a bulup bana da aldırdı. "abur cubur yemeni kesicek bak mucizevi bişey bu" dedi, şu anda ucuzluktan aldığım şekerleri 3er 5er yediğimi göz önünde bulundurursak pek işe yaramış gibi görünmüyor ama bakalım, henüz vazgeçmedim.
3- kalemler. aralarına karışmış bi tane de maskara var, sanıyorum onu da kalem sanıp aldım.
4- londra metrosu için oyster kart.(abla, kıps)
5- okurum diye yanımda getirdiğim 2 kitap. okumadım ühü dicem sanıyosunuz ama okudum eheh. (çünkü götüm tutuşuk)
6- kulak tıkacı. çok seviyorum. çin malı kutusunun üstünde "wish you happy" yazıyor, devamı yok. belirsizlikler içinde bırakan çinliler. kutunun diğer kısmında ablamın daha önce hiç insan eli değmemiş bişey toprağından benim için yapıp getirdiği küçük yıldız var.
7- sümük mendili.
8- paşaport (for kamın pipıl).
9- oda anahtarlarım. bir adet anahtarlığım bile yok anlıyor musun abla :U
10- yine nato askeri arkadaşım sara'nın norveç'ten bana getirip durduğu ve beni bağımlısı yaptığı snus. çok küçük tütün torbaları, köpek dişinizin damağıyla dudak arasında sıkıştırıp 1-2 saat öyle takılıyosunuz. iskandinav yaşlı amca şeyiymiş. türkiye'de olsa hipster şeyi olurdu.

1 Aralık 2011 Perşembe

Buralar böööyle hep beyaz olsun

Bütün ülke bu aralar ırkçılık zımbırtılarıyla çalkalanıyor. Herkesin anlatacak bi hikayesi var. Durum aslında "yea bu Avrupalılar hep ırkçıydı zaten"den daha korkunç gibi gözüküyor. Aşağıdaki kaltak herkesin dilinde. Yine bir hukuk nizam var ki tutuklandı geçenlerde, halkı ırkçı söylemlerle rahatsız etmekten. Rahatsızlıktan öte bi şey ya artık bu, neyse. Bugün Nisha ve Navin gelip geçen haftasonu şehirde yol tarifi sorarken sarhoş bir kadının "yol tarifi mi istiyosunuz, okumayı biliyor musunuz ki siz?" diye sorup "siktirip gitseniz daha iyi olur bu ülke için"lerine yutkunarak ve insanlıklarını bozmayarak dönüp gitmelerini anlattılar. Bir dükkanda Nisha'yla alışveriş yaparken kendi kendine konuşan amcanın birinin Nisha'ya "sen nerdensin" diye sorup Hindistan cevabını alınca, "you're fucking everywhere" demesini bizzat duydum, Nisha'nın "özür dilerim" diyip uzaklaşmasını seyrettim. Gerçi buna güldük sonra ama biraz da heralde durumun absürtlüğünü atlatmak içindi. Yoksa gülünecek bi şey yok. Navin'in burdaki ilk haftasında sarhoş bi oğlanın kampüste suratına tükürdüğünü de dinledim. Herkes sarhoş ya da deli. Büyük ihtimalle aşağıdaki kaltak ikisi birden. Bu durumun korkunçluğunu perdelemiyor tabi. Zannediyorum ki aklı başında, işe gidip gelen, aile babası insanlar filan da böyle düşünüyorlar ama tramvayda götünden kan gelene kadar ona buna bağıracak kadar sarhoş ya da deli değiller.
Yine de buralarda sağduyulu insanların da yaşadığını düşünmek istiyorum. Yoksa durum hayli asap bozucu. Bu kaltak gibiler midemi bulandırıyor. Ama buradaki yavşak hükümet daha çok midemi kaldırıyor, bu kadının söylediklerinin politically correct hallerini söylüyorlar her gün.
Gidip Koko'nun ona yolladığım hediyesini yerkenki videosunu izleyeyim de azcık sinir bozukluğum geçsin, yoksa bütün gece bunu düşüneceğim. Öyle bi malım.