29 Temmuz 2011 Cuma

-

Bugün cüzdanımda eski bir not buldum. Çok mutsuzum.

22 Temmuz 2011 Cuma

by the sea

Do you want to go to the seaside?
I'm not trying to say that everybody wants to go..

17 Temmuz 2011 Pazar

şalanj beybi more şalanj

Aşağıdaki post'tan da anlaşılacağı üzere Hollanda ayrı güzel insanları ayrı güzel ama bir kısmı ayrı tutmak istiyorum (3 kere ayrı yazdım). Üniversite öğrencileri. Ama öyle normal, alnının akıyla, babasının emekli maaşıyla, devletin bursuyla üniversiteye giden Hollandalı ve daha genelinde Avrupalı öğrencileri tenzih ederim. Benim bahsetmek istediğim daha bir uluslararası deneyimleri olmuş, orda burda (Kenya olur efendim Şili olur) stajlar yapmış, gönüllü olup sıtmalı bebek kurtarmış (kurtardığını sanmış) Avrupalı -ağırlıkla Hollandalı- öğrenciler.

Olur da Avrupa'da üniversite okumak isterseniz, hayatınızda vereceğiniz en iyi karar olur bana sorarsanız (niye sorucaksanız artık). İnsan yurtdışında tek başına yaşamaktan ve okumaktan çok şey öğreniyor. Tabii her başınız sıkıştığında kafasını ikebileceğiniz bi ablanız varsa, hayat hep daha kolay <3 (canım ablacım). Ama ilk zamanlar sizi sinir krizi eşiğine de getirebilir ve bunun sebebi sadece aynı dersleri aldığınız insanlar olabilir. 18-19 yaşının verdiği müthiş özgüvenle Namibya'da otelde kalarak yaptıklar 3 haftalık gönüllü işi derste sınıfın ortasında zavallı Afrikalıları pislikten kurtarmaya çalışan pak bir Medeni'ymişçesine anlatabilir. Bir süre sonra kendisini alttan alta övmekten o kadar gaza gelecek ve o kadar konuşacaktır ki mesela derste anlatılan konuyla olan bağlantıyı unutacaktır. Ama önemli değil, diğer Medeni'ler sevimli şekilde kıkırdayarak gülecek ve -eğer normal insansa- sadece hoca "töbe yarabbim" der gibi Medeni'ye bakacaktır. Eğer benim gibi özgüveni düşük bi tipseniz, ilk zamanlar "hasktir benim de mi böyle bi insan olmam gerekiyo yoksa?" diye düşünebilirsiniz. Özgüveniniz yüksekse -umarım öyledir, yoksa sikko bi hayat bu- "oha la salağa bak eheh" dersiniz, bütün bu deneyim daha rahat geçer.

Diğer devlet okullarından ayrı olarak, kendi deyimleriyle "challenge" seven, hırslı, üstün başarılı, fazla istekli öğrencileri istediğinden ve sadece bu tip öğrencileri kabul etmek gibi bir misyonu olan bir okula kabul edildiyseniz hele, durum daha da vahim olabiliyor. (He madem eziksin seni niye aldılar diyosanız, bunu bi bira içip konuşabiliriz.)

Her şey iyi güzeldi, gittim Hollanda'ya, okul çok güzel falan. Çok heyecanlıyım, allam nihayet gerçek üniversite falan diyorum.(Bak üstteki resim eheh, valla çohgüzel, tartışanla kavga ederim, ablamla da ederim) Oryantasyon haftasında takılmak zorunda bırakıldığım Amerikalı-Alman-Hollandalı-Fransız karışımı grupla mahalle pub'ında bira içerken lak luk konuşuyorduk. Ben kendi çapımda Efes'in ne kadar güzel olduğunu anlatmaya çalışırken bu kadar Avrupalılık içinde hiç bir zaman ciddiye alınmayacak bir gen olan Türklük'ü temsilen ıhı diye gülümsenerek susturuldum. Daha fenası geliyordu. Amerikalı kız bana dönüp sordu: "Boş zamanlarında ne yaparsın?". Cizıs krasyt. İngilizce dersleri boşuna değilmiş, bu soru gerçekten varmış. Ben de evetevet soruya soruya cevap vereyim de boş zamanlarında kıçını kaşıyan bi mal olduğumu düşünmesinler diye "Sen ne yaparsın?" diye sordum (nası? zeka pırıltılarım boşuna değil, herkesin dikkatini çeker) Kız bana hokey (tabii ki) oynadığını, tenisi de sevdiğini, bi ara basketbol da oynadığını aslında falan anlattı. O sırada Almanlıkalmanlık şeklinde yanımda oturan çocuk basketbola olan medeni ilgisini anlattı, tam "oh allam sanırım sıramı savdım, zaman geçti çok" derken kız bana geri döndü "ee sen anlat bakalım" dedi. Ben hemen politika 101 derslerinden öğrendiğim bi takım sikimsonik diyalektik zımbırtılarını hatırlayarak "Yani boş zamandan kastın ne?" gibi gittikçe daha gözkamaştırıcı zeka pırıltıları saçtığım sorular sormaya başladım. Allahtan kız Amerikalı -dolayısıyla salak- idi ve "kastım yarrak" yerine "yani ne bileyim, hani böyle sıkıldığında, sinirin bozulduğunda mutlu olmak için rahatlamak için ne yaparsın hobi olarak?" dedi. "Önce ağlar sonra uyurum" dedim. Masada 6-7 saniye kadar süren sessizlik önümdeki üniversite senelerinin nası geçeceğinin bariz göstergesiydi.

Neyse sonuç olarak, okulun bu ihtiras isteyen erotik yapısından dolayı her ders bir "challenge" (ya da bizim evdeki deyimiyle şalannnj) her ders bir hınshıns eye of the tiger şeklinde geçecek demektir. Avrupa'da okul seçecekseniz belki bunları da düşünebilirsiniz. Eğer birazcık bana benziyorsanız (yani götünüz kocaman ve tırnak yiyosanız eheh) size de bütün bunlardan fenalık gelebilir ve "ehh sikerler" diyerek demokratik özerkliğinizi ilan edebilirsiniz okulda ve arkadaş çevrenizde (nası, güncel politik espri de yaptım). Ve bi süre sonra baktınız ki oluyor; herkesin 4 gün önceden başladığı ödevleri derse ananıskyyy stilinde 5 saat kala, herkesin toplaşıp "brainstorming" adı altında 3 gece çalıştığı teori dersi sınavlarına bi gece önce yatakta debelenip "ay şimdi de götümü şu yana döneyim" şeklinde çalışmaya başlayabilir ve o Medeni'lerle aynı puanları almaya başlayabilirsiniz. Yani cidden yatmak işe yarıyor. Bunu öğrenmem uzun sürdü ve bunu öğrendikten sonra bile ablamın kafasını ikmeye devam ettim derslerle ama en azından rahatladım. Ve bu bu şekilde devam etti, ders olsun, sınav olsun, sunum olsun, gittikçe artan bir siklememe (her zaman değil)-içinden dalga geçme-bağırarak cevap verme ekseninde. Okul hayatımın en son sunumunda sınıfta kavga çıkarıp al yanaklı Heidi'ye yarı-küfür ettiğimde içimdeki endorfin, monkordun, tontipfin hormonlarının oranının fazlalığından sanırım kafam iyi olmuştu (kafam iyi yani, anlıyo musun, kafam çok iyi abi). Ve bu şekilde Avrupa kolllej deneyimimi tamamladım ve çok mutluyum. Yüksek ihtimal YÖK diplomamı tanımayacak ama bi gün YÖK de gider. Gider belki, niye gitmesin, gider ki bence ühü :U

Of yemin ederim başka bi şey anlatıcaktım bu "şalannnj" meselesiyle ilgili ama çok uzatmışım, fak yu.