24 Nisan 2012 Salı

argan diye bişey varmış

türk kadınları bir sıvı bepanthen'le saç maskesi yapma çılgınlığına girmişler. zira buraya dönmeden bi kaç gün önce istanbul'a gittiğimde arkadaşım N'yle 10 eczane filan dolaştık, bütün eczacılar bıkkın bir şekilde "kalmadı" dediler. gerçi belki global bir saç trendi filandır, bilemiyorum. sonunda bi yerin deposunda mı ne bulduk aldık. yani allahtan kanser ilacı ne bileyim menenjit aşısı falan değil, yoksa kadınlardan korkulur, saça sürücem diye insanlığı yakarlar. ben o kadar entüziastik de değildim gerçi ama arkadaşım N'nin hastalığı dolayısıyla tırtır saçları dökülmeye başlamış. sıvı bepanthenli maske saç çıkarıyormuş diye iddialar var, o da iyi geldiğini söylüyor. daha doğrusu şöyle bir karışım: birer tüp sıvı bepanthen, sıvı e vitamini, sıvı bemiks'i susam yağıyla karıştırıp saç diplerine sürmek gerekiyormuş. ben bu karışımı yaptım baktım avuç içi kadar bişey var kasede, kafamın tepesine anca yeter. ben de boşalttım bi konserve hindistancevizi sütünü içine. kafama boca ettim bi güzel. (saç bakımına öküz yaklaşımlar). sonra 2-3 saat filan tutup yıkadım. güzel oldu, yumuşadı filan. tavsiye ederim çok. az saça sadece susam yağlı karışım da yeter bence, N öyle yapıyordu. ama kendi saçıma yetiremezmişim gibi geldi. oha çok heyecanlandım, ilk defa kız yazısı gibi bişey oldu.

ama şimdi dahası geliyor. argan argan diye duyduğum bişey vardı. argan yağı. yea kesin siz de duymuşsunuzdur.  saça çok iyi geliyor diye. bepanthen'i depolarından çıkarttığımız eczacı kadın da bize argan yağlı şampuan alın diye söylemişti. ne olduğu konusunda bi fikrim yok, bitki midir böcek midir bilmiyorum bilsem de hayatımda ne değişecek onu da bilmiyorum. ama geçen gün 1 pound'cuya gittim şehirde bok püsür almak için. ki çok seviyorum zaten gitmeyi, terapi gibi her şey 1 pound ayrıca şehrin white trash ve illegal göçmen nüfusuyla kaynaşmak için tek adres. neyse bi baktım rafta australian bodycare diye bi markanın argan'lı şampuanı. yemin ederim daha çirkin bi şişesi olamazdı ve australian diyolar ama kesin nijerya'da şişelenmiştir diye düşündüm ama yine de aldım yea nasılsa 1 pound, çok kötüyse kendi duşu olmasına rağmen bizimkini kullanan mal oda arkadaşımın şampuanına karıştırırım diye karar verdim. OHA ben hayatımda bu kadar iyi bi şampuan kullanmamıştım. bi kere kepek mepek hiç bişey kalmadı ki bunu başarabilen bi şampuan hiç olmamıştı. ayrıca saçım müthiş yumuşadı ve evsiz kadın değil de normal insan saçı gibi görünmeye başladı. yıkandıktan sonra gözlerimden yaşlar süzüldü mutluluktan. şu anda bir kısım sri lankalı göçmen, kelebek dövmeli iskoç white trash ve benim saçlarımız çok sağlıklı görünüyor. şimdi sessizce 1 pound'cuya gidip göçmen ve trash'leri alt edip rafı boşaltma planım var. allam nolur kimse almamış olsun. küçük dünyamın büyük şampuanı.

23 Nisan 2012 Pazartesi

aint nobody got time for that

mastır'ın tez kısmına gelindi. geçen cuma ilk tez semineri vardı. 147 departman mastır öğrencisini bi salona doldurup 3 saat ağzımıza sıçtılar. "zaten şimdi aranızda tezi bitiremeyen ya da bitirse bile kalan olucak baya"yla başlayan bir 3 saatin 2 saatinin sonunda kendimi tuvalette derin derin nefes alırken buldum. çıktığımda sara önümde yürüyodu "beni bekle beni bekle" diye ayı gibi bağırmamdan sonra dönüp bana baktı sen sapsarı olmuşsun noluyo diye beni bi kenara oturttu. sonra bi şekilde o son 1 saate daha katlandım ama bu hafta yine olucak o seminer o kadar canımı sıkıyor ki. gerçekten bu okuldaki en stresli bi kaç saati geçirdim, neden olduğunu da tam anlamadım. allah belanı virsin okul.

 neyse daha normel şeylere geçeyim. sara şehirde bi kızın evinin boş odasına taşındı 1 aylığına. kız king's college'dan doktoralı filan ama araştırma görevlisiyken bi kaç hafta önce işten atılmış. kronik depresif filanmış anladığım kadarıyla, duyunca üzüldüm önce. patronum bana çok kötü davrandı diye ağlıyormuş devamlı. samimi olarak üzüldüm yazık ya diye. oha banane bi daha üzülürsem nolayım, kız manyakmış meğerse. dün sara'nın evine gittik star wars izleyelim diye. hem ms. deprezyon çok seviyormuş hem de sara hiç izlememiş, hem yemek yer hem kıza arkadaş oluruz diye düşündük. bize ne halbuki. gittik önce 3 kişilik yemek yapmaya başladık, tepemize dikildi baktı gitti geldi yine gitti filan derken kız en sonunda "bu yemeğin içinde ne var, benim alerjilerim var" dedi. ben de gayet gülerek "yemekte çok şey var, senin neye alerjin var" dedim. tersledi siktirdi gitti. şimdi ayrıntılara daha çok girmeyeceğim ama bütün gecesi oflayıp puflayıp bizi tersleyerek geçirdi. o bok suratında bir gıdım insanlık yoktu allahın belası, ne nefret ettim kızdan. sara'yla star wars izlemek acayip bi deneyim oldu. zira kendisi tabi garibim 3. filmden izlemeye başladığı için milyonlarca soru sordu. yalnız normal insanlar gibi sorsa anlıycam, komando gibi sorduğu için durum hayli komikti.

-şimdi bunlar asker mi? (jedi'ları soruyor)
+yani jedi bunlar sara.
-jedi ama asker yani sonuçta.
+şövalye gibi düşün.
-o da asker
+evet asker gibi o zaman.
-anladım. peki bunların üstü kim?
+işte master jedi'lar var, anakin'in üstü onlar mesela.
-onlar da çavuş filan gibi mi oluyor?
+master oluyolar, bilmem ki (ağlamaklı)
-öyle iki tane rütbeli askerlik mi olur?
+yani aslında din gibi düşün, tapınakları filan var. biraz da ruhani bişey jedi'lık.
-bana hiç öyle gelmedi.

 2 saat ara ara bu tip diyaloglar yaşandı. sinirlerim bozuldu gülmekten. meymenetsiz kız bütün bunlar olurken devamlı gözlerini devirip ofladı. baş edilecek dert değil. kaçtım zaten ben de.

bi de bu videoya sardık. neden bilmiyorum ama her izlediğimde gözümden yaş gelene kadar gülüyorum. kadının hikayeyi 40 saniyede pop soda'dan başlayarak barbeküyle bağlayıp cizıs'la bitirmesi beni çok etkiliyor. şimdi kütüphanede yangın alarmı çalsa da "OH LORD JESUS IT'S A FIRE" diye sakince bağırsak diye bekliyoruz.

 

18 Nisan 2012 Çarşamba

apdeyt

bi ara unuttum burasını tamamen, baya da olmuş. yazayım o zaman.
bahar tatiline ankara'ya döndüm. ders çalışıp essay yazmaktan ya da yazmazken de "of şu anda yazıyo olamam lazımdı" stresinden rahat edemedim. en sonunda bu pazartesi herkes teslim etti bu dönemlik ödevleri projeleri falan da herkes rahat etti. pazar akşamından bütün çıktıları alıp tek tek dizip hazırladım her şeyi ve kendimle çok gurur duydum, sonra farkettim ki yanlış versiyonları çıkarmışım. hiç şaşırmadım. dolayısıyla pazartesi sabah gidip kütüphaneden çıktı almak zorunda kaldım. korkunç, kütüphaneye girmeye çalışanı savaşa gider gibi yolluyor herkes, kılıcın keskin gazan mübarek olsun. birbirinin üstünden atlayanlar, printerlar önünde yea o benim bu benim kavgaları, itiş kakış. neyse bi şekilde insanları itip filan hallettim. gidip teslim ettim sonra okul ofisine. okul barında da gidip sınıfın geri kalanını bulduk, akşamüstü 3'te kimse birbirini tanıyabilecek kadar ayık değildi. biz de bir iki bira içip kaçtık.
mikala'nın göçmen ev sahibi sosyal housing'e dahil olan devletin buna verdiği evi mikala'ya kiraladığı için mahkemeye filan çıkarken olan garibim mikala'ya oldu, evden çıkmak zorunda kaldı. dolayısıyla evsiz yurtsuzdu, bana geldi. sara'nın ablam geliyo diye getirdiği asker yatağı olmasa ne yapardık bilmiyorum.
zaten sara da tam essay teslim günü geldi. okuldan içeri asker sırt çantası ve botlarıyla komanda gibi girdi, burnumdan su çıktı gülerken.
ikisini de çok özlemişim.
gideyim de donarak öğle yemeği yiyeyim ikisiyle. ne akla hizmetse kışlık paltolarımı ankara'da bıraktım, yea bahar gelir buraya nasılsa diye. gelmek ne kelime bi de üstüne fırtına çıkmış. durmaksızın havada bi uğultu var. kaldım bahar ceketleriyle.
şimdilik bu kadar. ilginç bişey de olmamış pek. komando dışında. ona çok güldüm.