21 Temmuz 2012 Cumartesi

brighton, postcrossing, pulp ve olanlar

merıba. brighton'a döndüm. büyük akıllılık ederek odamı toplayıp temizleyip bırakmıştım. 16 saat yoldan gelince temiz odaya girmek süper oldu, oturup ağlayasım gelirdi yoksa. neyse akabinde hemen dağıttım zaten. hiçbir şey değişmemiş gibi oldu. evdekiler sevindiler ben gelince, sıkılmışlar zira birbirleriyle bütün gün oturmaktan. hemen dışarı çıktık, 12 gibi resmen buğulu görmeye başladım herkesi yorgunluktan, eve dönüp 11 saat filan uyudum. oh.
geçtiğimiz günlerde olanları özetleyeyim:

- angara'ya gider gitmez herkesi diyet heyecanına soktum. heyecan fırtınası 1 gün sürdü. ablamın hint ekmekleri filan yapmasıyla her şey çöküşe geçti. son gün ağzıma arka arkaya 3 büyük dilim kakaolu kek tıkıştırıyodum yola çıkmadan. ablama bana verdiği destek için teşekkür ediyorum burdan, irademin de ağzına sıçayım. gelir gelmez gidip 84798 tane yumurta aldım da içim rahatladı. kaynatır kaynatır yerim.

- sonra izmir'e gittik. bir gün denize girebildim. şimdi kuzenimi ifşa etmek istemem ama kendimi de edeceğim için bi sıkıntı görmüyorum. çeşme'ye gidip şezlonglara yayıldığımız anda eren yüzünde korku ifadesiyle "türk erkekleri kıllı derlerdi hani nerde hepsi? yeti gibi kaldım burda" dedi önümüzden bronzlaşmış yazlık amcaları geçerken. ben de "bir şişman bir kıllı hadi yürü eren bunu yapmamız lazım" dedim, birbirimize gaz vere vere denize girdik. of ya çeşme'nin denizi çok güzel. çok.
denizden çıkıp etraftaki kızlara oğlanlara baktık. eren "doğum yapabilecek kilodaysa sevmiyorum" diyip nerde yakında açlıktan ölücek ayakları besinsizlikten morarmış kız var onları beğendi. ben de daha fazla amca bronzluğu kaldıramayınca eve gitmeye karar verdik. kendisi bilmemne çorbası diyeti yapan annem akşamları böreğe boğdu bizi. (sana da teşekkürler anne)

-efes'e gittik bu arada. gerizekalı olduğumuz için yanımıza su almadan içeri girdik. bir ara gözlerim karardı, yanımdaki hollandalı turistlerin sularına falan baktım içli içli. neyse bi şekilde onu da tamamladık ölmeden. efes müzesi'ne gittik. heykellerin üzerine sinekler konuyordu ve eserlerin ne olduğunu anlatan bir çok tabela silinmişti. çok sinirlendim. yemin ederim ne müzecilikten anlıyoruz ne bişey. gerçekten hiç umrumuzda değil. bi de efes filan güyya burası. hiçbir şeyin ne olduğu okunmuyor. bir de üstüne öküz gibi para veriyorsun. sırf türkiye'de öğrenciysen indirim var, emekliye indirim yok, yabancıya müze kart yok. bi süre devlete ait türk müzesi görmek istemiyorum.
özel müze olur ama; zira pera müzesindeki goya sergisi çok heyecanlıydı. çok ufak bi paraya bir sürü goya gördük. pera olmasa şu aşağıdaki şahane şeyi zor görürdüm.

.
El sueño de la razón produce monstruosAklın uyuması canavarlar yaratır, 1797 

gördüm, mutluyum. gerçi çıkınca hepimizden bir "of ne depresifti sergi ama" yorumu gelmedi değil. o da goya'nın hakikaten söylemek istediğini söylediğini gösteriyor herhalde.

-istanbul'da verba volant hanımın yine süper ev sahipliği sayesinde çok güzel bir kaç gün geçirdik. ilk defa topkapı sarayı'na gitmiş oldum böylece. efes one love'a da götürdüler ve hatta çıkışta beni arkadaşım N'nin cehennem dibi evine bile bıraktılar. çok teşekkürler!

-pulp çok güzeldi. ÇOK güzeldi. bayıldık. ferminadaza ağladı. hem de ay gözüm yaşardı filan değil, baya ağladı. jarvis çok konuşkanmış konserde, çok sevdim bu huyunu. ilk şarkılarda "mesela biriyle tanıştınız, konuşuyorsunuz, çok da hoşlandınız, ne dersiniz ona?" diyip "would you like to dance with me?" diye kendisine cevap verip sonra şarkıyı çalmaya başladı. sonra şarkı bitince "peki dansettiniz diyelim, sonra ne olur?" dedi, ablam belli ki şarkının çalınmasını çok istiyor "babies!" diye bağırdı. şimdi ne çaldıklarını hatırlamıyorum arkasından ama babies değildi o kesin! hahaha.

bütün bu eğlenceli geçen 1 ayın ardından brighton'a gelmiş oldum böylece. havaalanına iner inmez hava 20 derece soğudu tabi ve odaya geldiğimde burnum akmaya başlamıştı soğuktan. tam o sırada da yağmur indirdi zaten. bizimkiler de "yalnız hava 19 olmuş" diyip ceketlerini heyecanla evde bırakırken ben kazak ve ceket giydim akşam çıkarken ve hala titriyordum. 45 dereceden sonra vücudum kaldıramadı galiba, hala alışmaya çalışıyorum. neyse en büyük derdim bu olsun.

gelir gelmez posta kutumda 7 tane kartpostal buldum. yaşasın post-crossing! hepsi farklı yerlerden gelmiş hepsi de çok güzel. profilimde "bana bugünlerde dinlediğiniz şarkıyı yazın, ben de dinleyeyim" demiştim, iki tanesi ciddi ciddi anlatmış neler dinlediğini, şarkı önermişler. çok sevindim. dinledim hemen ikisini de bütün akşam. böylelikle fin bir indie grubu ve bir de portekiz türküsü öğrenmiş oldum.
ilk kartları atmaya başladığımda da heyecanlıydım ama onu istemem bunu göndermeyin diyen kızlar illet etmişti. hatta ne istemediğini ayrıntılı şekilde yazan gerzek türk kızına tam da istemediği şeyi göndermiştim götlüğüne. söz de verdim kendime sırf bunu yapıcam diye. sonra posta kutumdakileri bulunca şöyle oldum:

hala ne istemediğini detaylı yazanlara çok gıcığım ama yumuşadım. son gruba çok seçip özenip gönderiyorum şimdi. hatta yıldızlı sticker bile yapıştırdım. DAHA NE YAPAYIM?
ve hatta saçma sapan şeyler listesi yapıp bunları yollayın çok güzel olur diyen belaruslu kızı 20 gündür ne atacağımı bilemediğim için bekletiyordum. en son istediği şeylerden yola çıkıp istemediğine yüzdeyüz emin olduğum kraliçe elizabeth'in nur yüzünün kartını göndermeye karar vermişken ablamın "ama baktım kız hep güzel şeyler göndermiş insanlara, yazık değil mi?" demesiyle gittim şehirden kızın istediği gibi pin-up'lı kart aldım. bunu yaptım. bi daha yapar mıyım bilmiyorum.

bu da pin-uplı kart ve diğerleri. fotoğraf makinamı ankara'da unuttuğum için laptopunkine kaldım maalesef. teknolojinin geldiği son noktayı size göstermek için aydınlıkta çektiği karanlık fotoğrafı maymunlu çerçeveyle gönderiyorum. ancak bu kadar yapabiliyor, ben de zorlamıyorum.


evet şimdilik bu kadar. tez yazmaya döndüm aslında buraya ama şimdi hiç yazılmamış bişeyden bahsetmenin anlamı yok diye düşündüm. belki acılarımı bi sonraki post'ta yazarım.

bi de bu arada efes müzesi'ndeki tabelaların resmini falan koyacaktım aslında ama makinayla beraber içindekileri de ankara'da bıraktım. o yüzden ferminadaza'dan konuyla ilgili bilimsel post bekliyorum.