4 Ağustos 2012 Cumartesi

normay macerası

kutuphanedeyim, o sebepten turkce karakterim yok. tezin hala arastirma kisminda olmam biraz uzucu ama bu biraz benim stayla, yapacak bir sey yok. neyse simdi ara vereyim (3 dakika okuma, 25 dakika ara) ve gecen haftaki norvec anlarimi aktarayim dedim.

bi hafta kaldim, sara'nin yanina gittim. COK guzeldi. hic norvec gorecegim aklimin ucuna gelmezdi, o yuzden sara'nin aylar suren israrina en sonunda "tamam yea gelcem" dedigim icin cok mutluyum.

simdiden uyariyorum biraz gerzek bi yazi olcak onu yaptim bunu gordum diye, su anda komikli entelli yazacak durumum yok, son iq puanlarimi da tez icin saklamak istiyorum. anlayin.

sara ve erkek arkadasi P, beni hava alanindan alir almaz P'nin ailesinin dag evine goturduler. yolda cilek toplayaraktan gittik.

bunlar da cilekler:



boyle minik oluyormus norvec dag cilegi, pek guzeldi tadi hafif eksimtrak tatli.

dagda kimsesizligin gobegindeki evlerine geldik, uyuduk ve sabah uyanir uyanmaz kendimi disari atip bunu gordum:


eheheh cohguzeller. ingiliz versiyonundan daha guzel cunku kurku boyle kizilimtrak ve parlak! bizim kampusunkiler boz ayi gibi kaldi bi anda gozumde bunlarin yaninda.

sonra P zaten coktan uyanmis kahvalti filan hazirlamisti bize. ben ne oldugunu anlamadigim bi takim etleri kemirirken kahvalti diye, P masaya dagin haritasini serdi "3 tepe var onlari gezelim bugun" dedi. "ha iyi olur gezelim, nasi tepe bunlar?" diyince "tepe iste cok yuksek degil, kisa rota yaptim, olur di mi?" dedi. ben de yigitlige bok surdurmemek icin "yea olur ne demek, 4 tepe yapalim" dedim. uzerime giyeyim diye dag kiyafetleri verip ayagima da bot gecirttiler. itiraz etmeden yaptim, bi yandan da "emaaan ne ciddiye aldilar bi yuruyusu" dedim icimden, valla dedim ne yalan soyleyeyim.

sonra gordum cokafedersiniz elin seyini. yurumeye basladik, tralala diye etrafa bakinirken bi anda ayagim yere saplanmaya basladi. "NOLUYO" dememe kalmadan farkettim ki zemin yumusacik. boyle bi garip, kipir kipir, hafif sulu ama bol toprakli, ustu otla motla kapli ama baya yumusak. neyse hic bozuntuya vermeden, "ben zaten sulu toprakta dogmusum bebegim" havasinda yurumeye devam ettim. 5 dakika sonra kendimi dize kadar bataklikta buldum. nasi oldugunu da anlamadim cunku P'yi takip ediyordum, neye basarsa ona basayim diye. meger ben avalak gibi etrafa bakarken o atlamis ben de arkasindan ziplarim diye dusunmus. bi guzel girdim icine, ciktim sonra. fotograflarim cekildi. hakettim.

sonra P, onumuzdeki tepeyi gosterdi, tirmandik sonra eliyle digerini isaret etti "onu da asinca size sosis yapicam" diyerek bizi motive etti (cocukken babasi da ayni seyi sekerle yapmis P ve ablasina), sosisi duyunca tamam dedik. o sirada P hizlandi "ben su tepenin arkasina bakip geleyim guzel mi diye" dedi. ha arada yani oyle iki tepe arasi karsi kaldirimmiscasina davraniyor ama baya uzak ve tepeler de mini dag gibi. hizli hizli gitti geldi biz daha 30 adim filan anca atmistik. "evet guzelmis" dedi ama bence sirf enerji fazlasini atmak icin yapti.



diger tepeye tirmanirken yorulmaya basladim bi 2 saattir yuruyup tepe cikiyoduk, neyse ama sikayet etmedim cunku etraf cok guzeldi bir de hayatimda hic o kadar kuzeye gitmedigimi dusunup heyecanlandim cok.
bu sirada sara ve P tralala yurumeye devam ediyorlardi. bi daha iki askerle yapacagim bu tip aktivitelerde en azindan gercekci olup "yea bari 3 yerine 1 tepe yapalim" filan demeye soz verdim kendime.

neyse ama hayatta kaldim. ikinci tepeye de ciktim ve sara'yla kendimizi yere attik. o sirada P cantasindan odun kutukleri, bi sise sarap, 3 litre su, sosis, ketcap ve mayonez cikardi! yani yetmiyomus gibi bi de bunlarla yuruyomus o kadar zamandir. "gecen ay ben kesmistim bu kutukleri" diye gosterdi bize. bi de sosis yapip elimize tutusturdu. oksijeni de yiyince beynime, yedigim en lezzetli sey gibi geldi o anda.

sara isyan etti ben cikmam baska tepe diye (valla ben etmedim). boylece baska batakliga girmeden ayni yoldan eve donmus olduk. eve girince beni tebrik ettiler, valla kimi gotursek agliyo hic sikayet etmedin diye. bence kibarliklarindan yaptilar ama olsun. sonra P bize 2000 kalori harcadigimizi soyledi yaninda tasidigi bi takim aletlere bakarak. ohara.

madem 45 milyon kalori harcadik o zaman yiyelim diye kendimizi mutfaga attik. ren geyigi pisirdiler. hayatimda ilk defa yemis oldum boylece ren geyigi eti. hafif sert ama tadi guzel. ama bi daha yemem bence.

sonra P bana aile eglencelerini gosterdi. redneck gibi atis yaptim. valla yaptim, cok da eglendim ne yalan soyleyeyim. UTANMIYORUM ABLA. agaca bira tenekesi bagladilar, elime de havali bilmemne atan tufegi tutusturdu. ilkinde beceremedim ama devaminda hep tenekeyi tutturdum! ustelik ruzgar olmasina ragmen! playstation deneyimlerimin bi gun meyve verecegini biliyodum. ehere.


dagda 2 gun kalip oslo'ya gectik. cohguzel. cok kalabalik degil, insanlar guzel, limanlar guzel, evler guzel. hava da sansima guzeldi. sanirim karma puanlarim bu yolculuk meselelerine isliyo sadece; durum hakikaten oyleyse gercekten sikayetim yok.

oslo'daki gunlerin cogu gormek istedigim muzelerle gecti. superdi! national gallery sahaneymis. ne yalan soyleyeyim bir scream olur bir de baska bi kac iskandinav ressamin resimleri olur diye dusunuyordum, tam bir salagim. cok kompakt bir muzeydi, ne buyuk ne kucuk. her seyden birer ikiser ornek vardi. modigliani de vardi frans hals da vardi. hatta sevdigim judith leyster bile vardi. P en az benim kadar hevesliydi muze gezme faslinda, sara ikimizden de nefret ettigini beyan edip bir sure sonra kacti. leyster'leri rembrandt'lari konusurken 17 yy hollanda resimlerinin propogandasini yaptim P'ye, en sonundan "bunlarin print'leri filan oluyor mu satiyorlar mi?" diye soruyodu, eheheh. o da uzun uzun Munch anlatti bana, daha once Scream'i gectim hic Munch gormemistim. halbuki ne kadar guzelmis resimleri. daha onceden ilgilenmedigim icin utandim. sonra da P dedesinin oslo'nun bilinen ailelerinden geldigini ve resim topladigini, ve Munch hala yasarken resimlerini yok denecek paralara satin aldigini ama yasliligina dogru alkolik olup resimlerin hepsini sevgilisine hediye ettigini anlatti. diger akrabalarin kurtardigi bir kac resim kalmis ellerinde ama hicbiri Munch degil, aile hala her biraraya geldiginde giden resimleri konusup uzuluyormus. ben olsam ben de her gun agliyor olurdum.


bu da scream. ama asil national gallery'de olan versiyonu degil. munch'un yaptigi bi kac versiyondan bi tanesi, munch muzesi'nde sergideydi tam gittigim sirada. yani iki tane scream gormus oldum! national gallery'dekinin fotografinin cekilmesi yasak ama bunun etrafinda guvenlik gorevlisi bile yoktu, bu kadar yakindi herkes. cok garip hisler. cok acayip resimler.

scream'in onunde dikilirken sara ve P'ye, tokat'ta koyde cocuklarla yaptigim resim derslerinde bu resmi gosterip ve resmin adini soylemeyip, cocuklara bakinca ne hissettiklerini sordugumu, kiz cocuklarindan birinin "ben bir ses duyuyorum" dedigini anlattim. cok etkilendiler. ben de etkilenmistim.

asil serginin ana resmi puberty (ergenlik - 1894) idi. bunun da iki versiyonu var, biri national gallery'de. ama bu ikincisini cok uzun suredir sergiye veremiyorlarmis cunku ayakta duracak vaziyette degilmis, bi suredir restore ediliyormus. bir sure derken bir 10 sene! 10 sene sonunda ziyarete acmislar. devasa boyutlarda bir kiz cocugu, cok guzeldi, uzun uzun bakakaldim. bakakaldik hepimiz, sara da dahil!


son olarak, norveç çok pahalı. (türkçe karakter; eve geldim) o kadar pahalı ki şöyle diyeyim: marketten alacağınız bir şişe suya 7.5 tl karşılığı norveç kronu verirken normal bir kafede yiyeceğiniz düz bir sandviçe 40 tl'yi hazır edin. abartmıyorum bile üstelik. elimdeki fişlere bakıp söyledim. bu yüzden evde yemek yapmak çok yaygın, eve pizza söylemek için 5 gün önceden filan plan yapılıyor.

kendimi attığım hediyelik eşya dükkanından iki anahtarlık 5 kartpostala öküz gibi para bayılıp çıktım ama pişman değildim çünkü anahtarlık alınmadan turistik seyahat yapılamayacağına inanıyorum. sara'nın eve geri döndüğümde anahtarlıklardan birinin üstünde norway yerine normay yazdığını farkettik, sinirlerimiz bozuldu gülmekten. fak yu çayna. brighton'a döndüğümde de kendini çok becerikli hisseden ev arkadaşlarım "ya ver de düzeltelim şu anahtarlığı ne şanssızmışsın" dedi, anahtarlıktaki boncukları çıkardılar üzerinde harflerin yazılı olduğu, düzelticem derken bin parçaya ayırdılar ve toparlayamadılar. evet. kaldım elimde normay boncuklarıyla. hahah. önemli değil, herhangi bir seyahatin tüm aksiliği böyle olsun.

10 yorum:

  1. oh normay, scream ve dağ çileği; güzelmiş.

    YanıtlaSil
  2. bu resim çok fena yaptı beni. benim bile anlamadığım bi şeyi anlamış munch ve ben bunu şimdi resme bakınca anladım. ay çok acayip.

    YanıtlaSil
  3. beni de çok fena yaptı. bu yüzden de işte aldığım sergi posterini uçağa sokayım diye bin bir takla attım. türkiye'ye temelli dönünce sana vereceğim, çerçeveletirsin, çok güzel.

    YanıtlaSil
  4. tl:dr!

    ahahh

    valla boş kafa ayırıcam okumak için. hep yarım kalıyor!!

    YanıtlaSil
  5. hakikaten tl:dr olmus. bundan sonra kisa yazcam!

    YanıtlaSil
  6. Değerli ENKİ,

    Dün sabaha karşı okumuştum yazınızı fevkalade güzel, zevkle okudum. Artık hep okurum...

    YanıtlaSil
  7. ÇOK çok teşekkür ederim! Ben de aynı şekilde sizi takip edeceğim. :)

    YanıtlaSil
  8. sen istediğim gibi yaz, bence çogzel.

    sadece benim vaktim yok bu aralar.

    YanıtlaSil
  9. okudum nihayet. hepsi bir kenara çok pahalı olmasında kaldım ben.

    bir sonraki vakitte, norveç düşünüyorduk ki biz ö_Ö.

    Perth bile bu kadar "ridiculously" pahalı değilmiş.

    YanıtlaSil