4 Ekim 2011 Salı

martılar çok büyük

Bi arkadaşım yüksek lisans yapma konusunda "every butthole is doing that" demişti bi keresinde bana ve çok da haklı aslında ama bunu şu anda düşünmeyeceğim. Hemen geçiyorum.

Uzun bir süre şu anda olduğum yerde olmak için debelendim, hayatı etrafımdakilere dar ettim. Beni okuduğunu bildiğim toplam 3 kişi filan var ve onlar da biliyorlar zaten. Ama sonunda bi şekilde borç harç gelmeyi başardım en meşhur kraliçenin memleketine. 17 yaşında lisansa ilk adım attığımdan beri hakkındaki düşüncelerim "oha ne biçimmiş", "üff şuraya bak","negzel bölümler bunnar" olan okula. Bu vesileyle istediğim şeyleri yapmam için uğraşan bir ailem olduğu için kendimi ne kadar şanslı hissettiğimi de belirtmek isterim. (ühühü biraz duygulandım sanırım)

Bir 5 gün önce filan sanırım en sonunda başardım girmeyi ülkeye, ilk vize başvurum eksik belge yüzünden reddedildi kısa süre içinde panik halinde belgeleri tekrar toplayıp ikinci kere başvurduk ve en sonunda pasaport içinde vizeyle geldiğinde bu ohannes olayı ablamla küçüklü büyüklü sevinç çığlıkları ve ben heyecan çişimi henüz yapmışken ablamın 0.3 saniye içinde vodka portakalları hazırlamış olmasıyla kutladık. İki gün içinde de kendimi yollarda buldum.

İstanbul'dan Cenevre'ye uçtum önce ve tabi ben de dünyadaki yüksek sosyete bi takım insanlar hariç "yeaa isviçre ne la" kıvamında takılanlar grubuna dahil olduğum için odun gibi bindim uçağa, tabi Cenevre'ye alçalırken böyle überalles bir görüntüyle karşılaşacağımı bilemezdim. Alpler falan. (Tasvir yeteneğim burada sona eriyor.) Oharee diye bakarken bi yandan THY'nin verdiği sofistike davuk yemeğini kemirmekteydim, gerçi bi süre "acaba para alcaklar mı lan" diye düşündüm, Pegasus siktir git hayatımızdan bizi neye çevirmişsin göt. Neyse Cenevre'ye indik, dediler ki aktarma yolcuları havaalanında sola değil de sağa gitsin. O kadar karmaşık yerler olan ve uçakların filan uçmayı başardığı bu yerlerde "sola değil de sağa bacım" basitliği beni korkutuyor. Ama gittim sola değil de sağa ve uçsuz bucaksız bir bekleme salonu sonsuzluğuyla karşılaştım. Belki bi süre beklemem gerekir, sikiim çişim geldi, of çok sıcak filan diye etrafa bakınırken duvarda bi telefon gördüm etrafı sarı şeritle çevrilmiş ve büyük puntolarla "eğer aktarma için bekliyorsanız telefonu kaldırın ve bekleyin" yazıyordu. Beni gülme tuttu ama telefonu kaldırıp bekledim. Dünyanın en neşeli sesiyle telefon açıldı:
-bonjoooooour!
-eeöö telefonu kaldır diyodu kaldırdım ben de eheh
-sen zeynep misin?
-(oha)... evit (yani yis)
-tamam sen dur orda ben hemen geliyorum.

Gerçekten de 5 dakika sonra geldi sarı arabasıyla, "seni ekiceğimi düşünmedin di mi?" diyip bi de sırıttı, sanırım yaşlarımız aynı falandı. "Bir drink alır mıydık alplerin eteklerinde?" demek istedim ama uçağı kaçırırım diye demedim. Sırf ondan.
Sonra da londra uçağına kendimi attım ve iki saat arayla ikinci uçak yemeğine konmuş oldum nıhiohiha. Hatta daha da şımarıp "bi de kırmızo şorap alabölör möyöm?"lere geçtim.

Velhasıl indim Londra'ya ve inek arkeolog Simon'un üstün çabaları sayesinde gitmem gereken yerin trenine bindim. (Simon akabinde 4 gün bavulumu taşımaktan ne kadar yorulduğundan şikayet etti, gerizekalı).

Allam yareppim nolur bunu yazıyorum diye götüme sokma ama herkes o kadar sevimli ve yardımcı ki, gözlerim yaşarıyor ara ara. Hollanda'yı hiç terketmemişim gibin. Gerçi yatağım sanırım plastikten yapılma gıcırdıyor yatınca üstüne ve üzerinden kalkınca da hüzünlü bir iç çekiyor ama bunun memleketin insanlarıyla bi alakası yok.

Şehirden toplanmış artık yemek yağıyla çalışan Büyük Limon otobüsüne binip şehre inmeyi bile başardım. Bi süre yürümekten fenalık geldi ama 20 dakikalığına görebildiğim kadarıyla şehir baya sevimli olabilir. Bi kere denizi var, allaşkına üstüne başka neye gerek var ki? Saçma sapan dolanırken mega 99p store bulup kendimi evimdeymişim gibi hissettim. Bütün bu denizli şehir romantizminden kurtulup kendimi deterjan ve sabun alırken buldum. Onları da sırtıma atıp odama döndüm. Otobüsten inerken kadına "tenk yü" diyip "good evening hon!" cevabını alınca hafif bi sendelemedim değil. Geri dönüp o an uzunca sarılmak istedim dazlak otobüs şoförüne. Uzun uzun. Kadının piercingleri yüzüme batmaya başlayana kadar.

Bence dünyayı ele geçirmeye burdan başlayacaklar. Bilahare anlatıcam. Garip bi ilgi geliştirdim bu boklara karşı.

Dersler başladı falan, hayat güzel, hava soğumaya başladı. Dün en son güneş gördüğümüz günmüş sanırım. (Allam bak hayat güzel dersler güzel diyorum diye beni şeyetme lütfen :U)

Şu anda dışardan müzik sesi geliyor. Siz yurt odasında otururken uzaktan duyduğunuz sesin Kutsi'ye değil de Bloc Party'e ait olduğunu bilmek nasıl bir mutluluktur bilir misiniz?

2 yorum:

  1. bu martı meselesine ve karma korkusuna bi çözüm bulman lazım.
    ablan.

    YanıtlaSil
  2. martılar eyidir eyi, allahın ankarasında o da yoktu, canını sıkma sevgili z. :)

    nasihatlerimi unutma; benim için dublex kırmızı otobüse bin, big eye'a çık :P

    ist'dan sevgiler yollayan n. ablan :)

    YanıtlaSil