15 Mart 2011 Salı

"bi eczaneye gidip gelebilir miyim?" "hayır."

yine blogun karakterine uygun şekilde size fantastik yeni mezun maceralarımdan birinden bahsedeyim dedim. baya sıkılıyorum bu aralar, eğlendirecek pek bir şey de yok zaten. erimeyen karlar var hala, havanın da güzel olduğunu söyledi ablam bugün arayıp ama inanmak istemiyorum.
bir 6 ay kadar 50-55 kişinin çalıştığı bir aile şirketinde çalıştım ve bu tip şirketlerde işler nasıl yürüyor diye anlatmayı bir borç bilirim.

beni iş görüşmesine çağıran ilk şirketti bu, hem ankara'da hem de "danışmanlık" diye zerre ne yaptıklarını anlamadığım bi işle uğraştıklarından "hee gideyim de bakayım neymiş" diye iş görüşmesine gitmiştim. insan ilk iş görüşmesinde geriliyomuş ama baya, bilen bilir.

daha sonradan patronun kızı olduğunu öğreneceğim ve ofiste parmak arası terlikle dolanan gergin at uyruklu (gergin at kuyruğu = gergin insan) kadın beni konuşturduydu bi masaya oturup, neden bizle çalışmak istiyosun zart zurt. "e ama hiç deneyimin yooğğk?!" dediydi ben de stk'lardan bahsettim "stk ne demek?" diye sorduğunda içimden süphaneke demiştim zaten oralarda yaptıklarımı anlattığımda da beni zerre iplemeyip "ben gönüllü yapılan işleri işten saymıyorum" demişti. "ananı say canım" diyemiyo insan tabi.

neyse sonra asıl patronla konusturmuslardı beni, patron da baba olan işte, her şey onun etrafında dönüyor ofiste. aile şirketlerinde bu böyle maalesef, insiyatif kullanmanı isterler ama kullandığında asla takdir edilmezsin cünkü illa ki bişeyin içine sıçmışsındır onların gözünde. işi kotarmış olsan bile. çünkü 22 yaşında kalkıp iş çözmene anlam veremezler.

işe başladıktan sonra bir 3 ay falan sigortanı başlatmalarını beklememek normal bişeymiş, bunu da öğrendim. eğer isterlerse 1 ay sana maaş vermeme hakları da var; hani deneme süresi hesabı. sigorta yaptıklarında da bunu lütuf olarak gördüklerinden, aldıgınız maaş değil de asgari ücret üzerinden yapmayı bir hak biliyorlar. e bunu da bilen bilir, baya geniş bir uygulamaymış. ezik bir yeni mezun olarak bunu işe girmemle öğrenmiş oldum. çünkü ben 12 yaşındayken sabahları new york'taki bm ana binasına girerken hayal ettiğim için kendimi, bu tip küçük hesaplara kafamın basmadığını ne kadar salak bi kız çocuğu olarak büyüdüğüme bakıp anlarsınız diye umut ediyorum.

maaşınızın geri kalanını her ay sizi sırayla odasına çağıran patronun elinden bir zarf içinde alıyorsunuz. her ay o odada patronun kıpkırmızı yüzünü oflayan poflayan agzını görmemek için maaşın geri kalanını almayıp koşarak kaçmayı istemiyor değil insan. öyle bir şey ki böyle küçük şirketlerde açgözlü işverenle çalışmak; "ya patroncuğum o kadar çok seviyorum ki çalışmayı, almayayım bu ay da maaşımı ne de olsa siz de çok kazanmıyorsunuz di mi?" desen büyük memnuniyet duyacak, sırtına pat pat yapıp eve gönderecek. çünkü o patrona ve o aileye göre "asla para kazanamıyorlar", "borçlarını nasıl ödeyeceklerini düşünür" haldeler devamlı. o sebepten de patron her sene arabasını bi üst modeliyle değiştirirken, patronun bir kızının jaguar diğerinin bmw marka arabaları vardır mutlaka. çünkü hiç kazanmıyorlar. sakın unutmayın, hiç kazanmıyorlar.

hiç kazanmadıkları için patron sizin departmanınızdaki 5 kişiyi odasına toplantıya aldığında "geçinmek için bu şirkete güvenmeyin, evli olanlar kocalarına güvensin, bize değil", "aldığınız maaşları da çok alıyorsunuz zaten", "yaptığınız iş aldığınız paranın kat kat altı", "hepinizin tek tek buraya maaliyeti her ay 8 bin lira, asıl ben sizi çekiyorum" türü lafları söylemeyi kendine bir görev olarak beller. her hafta mutlaka tekrarlar.

bu tür laflar ilk başlarda grup elemanlarına "genel" şekilde yöneltilse de ilerleyen zamanlarda bizzat "şahsi" duruma gelebilir. "senin aklın yok mu? neyinle düşünüyorsun?" (tam bu anda "im thinking with my ballllssss!!!" diye bağırmak ister gönül ama tutar kendini. bkz:how not to live your life), "bi de üniversitede okumuşsun hem de iyi üniversitede okudum diyorsun, şu rezilliğine bak" vs kıvamına gelebilir, üzülmeyin. bu demektir ki yakında zaten o işi bırakacaksınız. ve gerçekten bütün samimiyetimle söylüyorum eğer bu tip bir muameleye maruz kaldıysanız size inanıyorum ki hiç bir suçunuz yok. rezil falan da değilsiniz. şahanesiniz.

ofis dedikoduları bombastiktir, sakın içine girmeyin. doğru bildiğinizi her zaman söyleyin. eğer bi işin/lafın etik dışı, zaman kaybı, özensiz, yanlış olduğunu düşünüyorsanız, o iş kimin olursa olsun, konu kimi ilgilendirirse ilgilendirsin çat diye söyleyin. tıslayan bakışlara maruz kalsanız da, rahat oluyorsunuz.



son olarak da; şu üstteki gibi işletme ders kitaplarında falan da olan fotoğraflar büyük yalan. e tabi insan biliyo bunu da, hani benden daha da saf olanlar varsa diye belirteyim dedim. iş hayatı gerçeği gergin at kuyruğu, parmak arası terlik, para kazanamayan patron üçlüsünün oluşturduğu ikizkenar bi üçgen en nihayetinde. hepimizin bildiği gibi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder